Bosna Gezimiz – İkinci bölüm
Bosna gezimizi madem anlatmaya başladım, devamını da getireyim değil mi?
Bosnayı neden uzun uzun anlatıyorum? Çünkü Bosna çok bizden.
Sanki Bosna Türkiye’nin bir parçasıymış da orada unutulmuş gibi.
Bosna’yla çok ortak noktamız var. Bir kere ecdat oradaymış ve bunu oralara gidince o kadar çok hissediyorsunuz ki insan şaşırıyor.
Sonra Bosna yakın tarihte çok acılar çekmiş, müslümanların sadece müslüman oldukları için zulme uğradıkları bir coğrafya. Savaş zamanı Türkiye’den çok yardım gitmiş, hatta bizzat savaşa katılıp şehit olmuş insanlar bile var… Gönül bağımız var.
Aliya – Allah ondan razı olsun- vefat etmeden önce Bosna’yı Başbakanımıza emanet etmiş. Emanete hıyanet olmaz.
Nitekim Türkiye’den çok ziyarete giden var. Artık nasıl burada her yerde arap turistler var, Bosna’da da öyle. Her yerde Türk var. Gerek orada yaşayan, gerek turist. Bir caddeye daldığınızda Ziraat Bankasını rastlamanız kaçınılmaz mesela.
O kadar çok oradayız ve o kadar çok ziyaret eden var. Fakat o topraklara turist olarak gitmeyin.
Bu bir abimin nasihatıydı bana. O kadar haklıydı ki. Tıpkı umre’ye gidip onun feyzinden yararlanamayıp alışveriş ve bol bol dedikoduyla dönenler gibi, Bosna’ya gidip turist gibi gezenlerden olmak istemedim.
Ecdad’ın ektiği iyilik tohumları,asırlar sonra savaş zamanı o kadar çok yerde hayat bulmuş ki. İnsan bunlara şahit olunca şaşırmasın da ne yapsın?
Gidip ders almak, feyz almak istedik. Allah’a şükür nasipte oldu.
İkinci günümüzün akşam üstü Mostar’daydık.. Ah Mostar anlatılmaz yaşanır kabilinden… Nasıl güzel Neretva’nın yeşili. Nasıl güzel Mostar geceleri.
Varır varmaz, otelimize yerleştik. Otelimiz butik oteldi ve çok ilgililerdi. Çok sevdik ama asıl sevdiğimiz manzarasıydı!. Odamızdan direk Mostar gözüküyordu ve gece yarısı uyanıp Mostar köprüsüne bakmak harikaydı.
Otele hızlıca yerleşip, otelimize yakın camide namazlarımızı kıldık. Ardından doğruca Mostar köprüsüne oradanda karnımızı doyurmaya gittik. Bosna’ya gelip national plate yememezlik yapmayalım dedik. Çok güzeldi 🙂 Soğan dolması, sarmalar, cevapcici ve kızartmadan oluşan bir tabak. Hayli lezizdi.
Yemekten sonra namazlarımızı Karagöz camisinde eda ettik ve günü bitirdik..Karagöz camide savaş zamanı hasar görmüş bir cami. Bosna’da savaştan zarar görmemiş bir yer bırakmamışlar. Mostar’da genel olarak savaşın izleri silinmiş gibi. Saray bosna’da daha çok var o izler. Ben bunu Mostar’ın daha çok turizmiyle göz önüne çıkmasından dolayı yaptıklarını düşündüm. Ne kadar doğru bilemiyorum. Çünkü Mostar’da yabancı kafileler daha fazlaydı diğer yerlere göre. Hatta Travnik’e Türklerden başka gezmeye giden yoktur sanırım.
Mostar köprüsü,Mimar sinan’ın emriyle öğrencisi mimar Hayrettin tarafından 1566. da yapılmış. İslam’ın mührü vurulmak istendiğinden Mostar’ı hilale benzetmişler. Basamakları Esma-ül Hüsna’ya binaen 99 tane yapılmışken, malum savaşta yıkıldıktan sonra tekrar yapılırken 93 adet yapılmış. Savaş yılına ithafen…
Savaş denilen şey nasıl dehşet verici, izlerini gördüğünüzde bile tüylerinizi ürpertiyor.
Güzelim Mostar’ı nasıl yıktılar… Mostar’a kadar ne canlar yandı…
Adet bu ya eskiden evlenecek gençler, kendilerini ispatlamak için Mostar’dan atlarmış, yaz aylarında oradaki gençler para karşılığı atlıyorlarmış. Bunu duyduk ama havalardan dolayı atlayan olmaz sanıyorduk ki şansımıza gencin biri atladı.
Mostar’a tepeden bakan kocaman bir haç var ki nasıl sinir bozucu anlatamam. Savaş zamanı pislik olsun diye dağın tepesine dikilmiş, kimse kaldırmasın diyede etrafına mayın döşenmiş. Verdikleri zarar her yönden. Bu haçla alakalı Alija ve sırp komutan arasında gelişen bir diyalogu okumuştum. Aliya’nın cevabı enfesti. Onu da ben anlatmayayım, meraklıları bulsun okusun 🙂
Bu tarz caydırıcılıklar Bosna’nın genelinde yapılmış savaş zamanı. Uzun uzun kilise çanlarını görüyorsunuz, gereksiz bir şekilde uzunlar. Tamamen pskolojik baskı. Buna karşılık camilerin minareleri de uzun. Cevaben yani. Zaten mescid gibi camilerin minareleri kocaman olunca bir değişikliğin olduğunu anlıyorsunuz.
O kadar çok detay var ki, yazmaya kalksam kitap olur 🙂 Hızlıca geçmeye çalışsamda uzattığımın farkındayım.
Ertesi gün sabahtan Mostar çarşılarını gezip, Koski Mehmet Paşa camine gittik. Bulduğumuz her cami de namaz kıldık pek güzel oldu. Ardından Mostar’a yakın son Osmanlı Türk köyü olan Poçitelli ‘ye ve ardından Blagaj (blagay)’a geçtik.
Poçitelli’de taş evleriyle, hamamı, medresesi, camisi, kalesiyle tam bir Osmanlı köyü.
Artık bir turizm köyüne dönüşmüş ama hala her şey muhafaza edilmiş. Köyün girişinde teyzeler karşılıyorlar ve sizlere direk meyveler satıyorlar.
Yine dağın eteğine hatta dağa kurulmuş bir yer burası. Osmanlı’daki önemiyse, Neretva’nın iki kolununda oradaki kaleden görülebilmesiymiş. Nasıl yeşil, nasıl güzel.. Huzur dolu. Karadeniz gibi aynı.
Blagaj’da Buna nehrinin – Avrupa’nın en yüksek debili nehri – kaynağına kurulmuş, dervişlerin, Alperenlerin buraya zamanında gelip, ibadet ettikleri, inzivaya çekildikleri bir tekkeymiş. İnanılmaz güzel bir yer.
Buna iç muhasebe demekmiş. Yani buraya gelen Alperenler iç muhasebelerini yaparak, kusurlarından arınıp Allah’a yakınlaşıyorlarmış. Tabi burada ki gönül dostları etraf köyleri de İslama alıştırmış ve sevdirmişler.
Şimdi orada restaurantlar ve kafeler var. Bol turist çeken bir yer.
Tekkeyse gezmeye açık. Mescid gibi namazınızı kılıp nehir kenarında Kuranınızı da okursunuz, turist gibi de gezebilirsiniz, gönlünüze göre.
Günü blagaj’da karnımızı doyurarak ve demleme çay içerek bitirdik. Demleme çay Avrupa da yok bosna dada yok gibi bir şey. O yüzden tam yerinde çay keyfi yapabilmek güzeldi. İnsan Buna’nın kıyısında bir tekkedeyse canı nasıl demleme çay istemez değil mi? Tarikat ehlinin vazgeçilmezi demli çaylar değil mi zaten.
Blagaj’da karnınızı doyurabileceğiniz balık restaurantlarıda mevcut. Açlığınızı oraya bırakabilirsiniz.
Günümüzü böyle sonlandırdık ertesi günse Saray Bosna’ya doğru hareket ettik!…
Saray bosna da son demlerimizi geçirdik, son yazımda son günlerimiz olsun.
Kaynak: http://meldenotlar.blogspot.com