Karadağ‘ın Stepan Polje sınırına yakın biraraya gelen Tara ve Piva nehirleri Drina’yı oluşturuyor. Karadağ – Bosna Hersek arasındaki sınırda oluşan nehir kıvrılarak Vişegrad’a kadar ulaşıyor.
Ilginç bir güzelliğe sahip Drina ile buluşmamız Vişegrad’ta gerçekleşiyor. Az biraz hırçın olan nehir şehri ikiye ayırmakta. Bir taraf şehrin gelişmesi ve genişlemesine uygunken diğer taraf yüzyıllar boyu önemini kaybetmemiş ana yolu barındırmakta. Hal böyle olunca Osmanlı’nın bölgede hakim olduğu dönemde Sokullu Mehmet Paşa’nın emri ile Mimar Sinan Drina üstüne harika bir köprü inşaa etmiş. Yüzyıllar sonra bile köprü önemini, hikayesini ve yapısını korumaya devam ediyor.
11 kemerden oluşan köprü şehirdeki sosyal hayatı da olumlu yönde etkiliyor. Gün içinde şehrin insanları köprü üstünde yürüyüşler yapmakta, gençler burada buluşup sohbet etmekteler. Nehir, köprü ve günbatımı bir araya gelince yakalanan romantik ortam genç aşıklar için de harika bir fırsat yaratıyor.
Nobel ödülü almış “Drina Üstündeki Köprü (Bridge Over Drina)” romanı da hikayenin merkezine bu köprüyü koyarak şehirde yaşananları anlatmakta.
Eğer Ingilizce veya Türkçe çevirisini bulabilirsem ilk fırsatta okumak istediğim bir roman.
Nehrin şehir tarafı görece olarak geniş ve düzlük olmasına rağmen diğer tarafı dağlık ve eğimli.
Köprüyü aşıp yükselen yolda yurumeye başlayarak Drina ile buluşuyoruz.
Şehirden çıkar çıkmaz geçtiğimiz ilk tünelin ardından nehir üstündeki baraj gölüyle karşılaşıyoruz. Çevreciler ne kadar karşı çıkıyor olsalar da birikmiş halde bulunan suyun güzelliği ve insanlara sağladığı fayda gözardı edilemez.
Ustipraça’ya kadar uzanan yol kanyon görünümünde. Bir taraf dağlık diğer taraf ise uçurum. Yol boyunca yaklaşık 26 adet kısalı uzunlu tünel mevcut. Zaman zaman ise yol üstünde küçük ölçekli köylerden geçiyoruz.
Gorazde’ye yaklaştıkça sert dağlık alan yerini düzlük bölgelere bırakıyor. Gorazde’den itibaren hemen hemen Foça’ya kadar tüm yolu nehrin kıyısından yürüyerek ve kamp yaparak geçiyoruz.
Bu bölgede halk fazlasıyla cana yakın ve misafirperver. Nehir kıyısı yaz sezonunda özellikle yabancı gezginlerin çadırları ile doluyormuş. Bu sebeple halk hem kamp yapanlara hem de yabancı gezginlere alışık.
Foça’ya varmadan önce yol hafif eğimle yükselmeye başlıyor. Bu noktadan itibaren bir daha nehirle aynı seviyede bulunmuyoruz.
Foça merkeze yaklaştıkça nehrin renginin griden mavi-yeşile dönüşmesi beni oldukça şaşırtıyor.
Karadağ sınırına kadar tekrardan kanyon tipinde yoldan ilerliyoruz. Muhteşem rengi ile nehri yüksekten izlemenin keyfini sürüyoruz. Karadağ’a vardığımızda ise Drina’nın kaynağına ulaşmış olmak, doğduğu bölgeyi ve oluşumu gözlemek bizi oldukça mutlu ediyor. Fakat günlerdir her an yanımızda akan, bizimle tüm yolculuğu paylaşan bu doğal dosttan ayrılmak hafif bir üzüntüye sebep oluyor.
Yol boyunca karşılaştığımız herkes Drina ile gurur duymakta ve ilginç bir şekilde nehirle duygusal bağ kurmakta. Nehirden ayrıldığımız güne kadar buna anlam verememiştim. Ilkbahardan önce olmasına rağmen tüm kıyı şeridinin güzelliği ve doğallığı beni de oldukça büyüledi. Bir gün kanyonun sert yüzü ile karşı karşıya iken diğer gün ovalar ve kıyısı ile bizi kucakladı Drina.
Yolculuğumda geriye dönüp bakıyorum da en çok keyif aldığım kısım Drina’yı takip ettiğimiz günler.
Zaman zaman bir dost gibi özlediğim Drina’yı tekrar görmeyi umuyorum.
Yazar: Gunes Akdogan
Kaynak: Drummerlizard.com