Bosna-Hersek’te gösterileri okumak

Ülkede yaşanan sorunların temelini anlamak için savaş sonrası kurulan ikili idari yapıya ve AB güdümündeki çok-kültürlülük deneyinin başarısızlığına bakmak gerekiyor.

Protestolar

Bosna-Hersek’teki ayaklanmanın nedenini anlamak için günümüzden biraz geriye gitmekte yarar var. Bilindiği üzere, 1992-1995 yılları arasında Bosna-Hersek savaş içindeydi. Bosnalı Müslümanlar, Hırvatlar ve Sırplar arasındaki bu savaş, yalnızca Yugoslavya lideri Josip Tito’nun halkların kardeşliği prensibini ideolojik tutkal olmaktan çıkartmakla kalmadı, ulusal düzlemde üretim kapasitesini de çok düşürdü. Savaş sırasında, yollar, altyapı ve fabrikalar tahrip edildi, büyük hasara uğradı. Savaşın sona ermesiyle birlikte ise Batı, NATO’nun askeri aygıtlarının güvenli ve rahat hareket etmesini sağlamak için Bosna-Hersek’te bulunan yolların bir kısmını ve elektrik şebekesini çalışır hale getirdi.

Savaşın ardından kurulan Boşnak-Hırvat Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti yönetim birimleri, tarafların uzlaşısı ile oluşturulmadı. Bu yönetimler, ABD’nin Bill Clinton yönetiminin Bosna ve Kosova savaşı arabuluculuğuna atadığı Richard Holbrooke’un taraflara dayattığı bir anlaşmanın eseri ve yine savaşın ardından oluşturulan anayasa da bir dayatmanın ürünü.

Taraflara dayatılan ikili idari yapı ve yeni anayasa, Bosna-Hersek için kamu idaresinde büyük güçlükler yarattı. Anayasada kabul edilen karar alma sürecinde üçte iki çoğunluğun dahi yetmediği ve üçüncü taraftan bir katılımın şart olduğu mekanizma kamu yönetimini ilk günden itibaren çalışmaz durumda bıraktı.

Anayasayla bu yapının üzerinde yetkilendirilen Yüksek Temsilcilik Ofisi ise Boşnak, Hırvat ve Sırp toplumları arasında dengeyi gözetmek adına adeta tanrısal yetkilerle donatıldı. Sözde egemen ve bağımsız bir devlet olan, ancak aslında erkin Yüksek Temsilci’ye bırakıldığı bu yapıda bir müddet sonra AB de söz sahibi olmaya başladı. Yüksek Temsilcilik’in yetkilerini fiilen Avrupa Birliği Özel Temsilcisi devraldı.

“Son on yıl içerisinde ortalama yüzde 5-6 civarında bir büyüme yakalayan Bosna-Hersek’in işsizlik ve yoksulluk gibi iki önemli meselede son derece sınırlı bir ilerleme kaydetmesi veya hiç kaydedememesi, ve iki entitenin arasında ekonomik birlikteliğin henüz tamamlanamamış olması başarısızlığa işaret ediyor.”

Ayrıca ABD ve AB, ellerinde bulunan bütün uluslararası örgütleri devreye sokarak Bosna-Hersek’te yerel etnik-dini kimlikler arasındaki çatışmayı işbirliğine dönüştüreceklerini iddia ettiler. Bu anlamda, Bosna-Hersek tam bir laboratuar olarak kullanıldı; önce çok-kültürlülüğü tekrar inşa etmek denendi, daha sonra iki entitenin kendi içlerinde konsolide edilmesine çalışıldı, sonuçta herhangi bir mesafe kat edilemedi . Ülkedeki sorunlar kartopu gibi büyüdü ve büyümeye devam ediyor.

İzlenen yanlış politikaların ürünü: Gösteriler

Son haftalarda göstericiler ile polis arasında yaşanan sokak çatışmaları ise yalnızca yolsuzlukların protesto edilmesiyle sınırlı değil, eski Yugoslavya ülkelerinin tümünde uygulamaya konulan neoliberal politikaların ürünü. Yugoslavya’nın dağılmasının ardından kurulan yeni bağımsız devletlerin hepsinde yaşanan ‘sanayisizleştirme’, özelleştirme ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan işsizlik, ülkelerde halihazırdaki yoksulluğu iyice pekiştiriyor, halkı da umutsuzluğa sürüklüyor.

Gösterilerin ve polis müdahalesinin başladığı ve yoğunlaştığı yerlerin büyük kentler olmasının nedeni, Tito döneminde inşa edilen sanayi tesislerinin özelleştirme yoluyla satılması ve kitlelerin işsiz bırakılmaları olarak görülmeli. Örneğin, gösterilerinin ilk başladığı Zenica kentinde bulunan demir-çelik fabrikasının satılmasının ardından kentteki çalışan nüfusun önemli bir bölümü işten çıkarıldı.

Yine, Tuzla kentinde orta ölçekli sanayi işletmelerinin kapanmasına ve işten çıkarmalara tepki gösteren halk, kanton (şehir yönetimi) yönetiminin istifasını istedi. Tuzla’daki gösterilerin ardından kentin kanton başbakanı, talepleri kulak ardı edemeyerek görevinden istifa etti. Ancak işsizliğin resmi rakamlara göre yüzde 28 civarında ve çok daha vahimi 18-24 yaş arası genç işsizlik oranının yüzde 40’lara ulaştığı bölgede kent yönetiminin istifasının sorunlara çözüm getirmesi beklenmiyor.

Bir diğer büyük kent Saraybosna’da ise yerlerinden edilmiş savaş mağdurları nedeniyle nüfus iki katına kadar çıkmış durumda. Burada da işsizlik çok yüksek ve kentte yaşayan insanların üçte biri devletten aldıkları yardımlarla yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.

Öte yandan, Bosna-Hersek devleti ekonomik gelişkinlik bir yana, şu anda kendi halkına yardım sunacak durumda bile değil. Devlet uluslararası yardımlara o kadar bağımlı durumda ki, gösterilerin nedenlerinden biri uluslararası yardımların iktidara yakın duranlara pay edilmesinin yarattığı huzursuzluk.

“Basında yer alan ‘Boşnak Baharı’ etiketlemesi ‘Arap Baharı’ sıfatlaması kadar saptırmaca. ‘Arap Baharı’ tanımı neoliberalizmin gerçek yüzünü gizlemek için kullanıldı, ‘Boşnak Baharı’ etiketi de protestoları yerel yönetimlerde bulunan yolsuzluklarla sınırlayıp, Dayton süreci ve neoliberalizmin yarattığı sorunları gizlemeyi hedefliyor.”

Bu huzursuzluk Bosna halkını, devlete aidiyet duygusunu dahi sorgular hale getirdi. Ülkede izlenen politikaların, siyasi bölünmüşlüğün yanında, sosyo-ekonomik alandaki sorunların giderilmesi konusunda da başarısız olduğunu söylenebilir. Son on yıl içerisinde ortalama yüzde 5-6 civarında bir büyüme yakalayan Bosna-Hersek’in işsizlik ve yoksulluk gibi iki önemli meselede son derece sınırlı bir ilerleme kaydetmesi veya hiç kaydedememesi ve iki entitenin arasında ekonomik birlikteliğin henüz tamamlanamamış olması başarısızlığa işaret ediyor.

AB’nin ‘kaldıraçları’

Tüm bunların üzerine geçtiğimiz yıl AB, Bosna-Hersek devletine sağladığı yardım fonlarını, azınlıkların temsiliyetine ilişkin yasal düzenlemelerin yapılmadığı gerekçesiyle kesti. Birlik, Bosna’ya şart koşma politikasını sürdürüyor. Bir devlet düşünün ki bu devletin bütün kurumları ABD ve AB’nin telkinleri, zorlamaları ve ‘yol göstericiliği’ ile oluşturulsun ve bu devlet aygıtı yine ABD ve AB’nin yarattığı yapısal sorunlardan dolayı çalışamaz durumda olsun ve son tahlilde suçlanan yine bu devlette yaşayan halklar olsun. Buna literatürde ‘kurbanın suçlanması’ denir.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın 2011 yılında Bosna Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Milorad Dodik ile yargı ve yolsuzluklar konusunda pazarlık yaptığı biliniyor. AB’nin yolsuzluk konusunda böylesi bir pazarlığa girmesi, bölge halklarının AB’nin güvenirliğini sorgulanmasına neden olmuştu.

Ayrıca, AB’nin 2008 finansal krizinde, üye olan çevre ülkeleri dahi dışlayıcı bir politika izlemesi Batı Balkanlar bölgesinde Birlik’e yönelik şüpheleri arttırdı. Tüm bu yaşananların gösterdiği üzere, ABD ve AB’nin Bosna-Hersek’te izlediği politikalar potansiyelini tüketti. Neoliberalizmin neden olduğu zorlu yaşam koşulları, işsizlik ve uluslararası yardımlara bağımlılık ülkede umutları yok ediyor. Ne ABD, ne AB Bosna-Hersek’te sorun çözücü durumda; dahası bu iki aktör, kartopu gibi büyüyen sorunları çözmek yerine dönüştürerek günü kurtarmaya çalışıyor.

Son tahlilde, Bosna-Hersek’in kriz döngüsünden çıkması hiç kolay değil. Neoliberalizme alternatif kalkınma-gelişme stratejileri üretilmediği durumda, Bosna-Hersek’te zaten var olan ayrışma, bölünme temelli politikalar izleyen politik aktörlerin yeniden ortaya çıkmasını tetikleyebilir.

Diğer yandan, ülkede uluslararası himaye ve buna bağımlılık o kadar kemikleşmiş durumda ki, insanlar artık bu durumu gündelik hayatın bir parçası olarak kabul ediyor. Uluslararası ve yerel düzlemdeki aktörler Bosna-Hersek yurttaşlarının talep ve ihtiyaçlarını karşılayamadıkları ölçüde, tepki doğal olarak nepotizme, yolsuzluklara ve işsizliğe yöneliyor.

Bosna- Hersek yurttaşının kanıksadığı uluslararası aktörlerin ülkedeki kötü gidişat üzerindeki rolü ve etkisi göstericilerce göz ardı ediliyor. Basında yer alan ‘Boşnak Baharı’ etiketlemesi ‘Arap Baharı’ sıfatlaması kadar saptırmaca. ‘Arap Baharı’ tanımı neoliberalizmin gerçek yüzünü gizlemek için kullanıldı, ‘Boşnak Baharı’ etiketi de protestoları yerel yönetimlerde bulunan yolsuzluklarla sınırlayıp, Dayton süreci ve neoliberalizmin yarattığı sorunları gizlemeyi hedefliyor.

Bosna-Hersek’te yaşanan protestolar, ‘sanayisizleştirme’ ve özelleştirme yoluyla kamu mülkiyetinin yeniden dağıtımı sürecinde gerçekleşen yolsuzluklara karşı çıkışı ifade ediyor. Süreç nereye evrilir, bunu kestirmek kolay değil. AB, kimi yardımlarla protestoları yatıştırmayı deneyebilir, bu mümkün; ancak kalıcı çözüm neoliberal gelişme stratejisinin terk edilmesi ve yeni bir kalkınma-gelişme stratejisi izlenmesi ile mümkün olabilir.

Yazar: Mustafa Türkeş, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Balkanlar ve Doğu Avrupa, Türk Dış Politikası, Avrupa güvenliği, NATO, uluslararası müdahaleler, Karadeniz’de güvenlik; Akdeniz’de güvenlik, Kıbrıs, siyasi tarih, Kemalizm ve Balkanlar üzerine çalışmaları bulunuyor.

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir

Ayrıca Bakınız

‘Gizemli’ Bosna Piramitleri’ne turist akını

“Bosnalı İndiana Jones” olarak da bilinen arkeolog Semir Osmanagic’in ortaya attığı ancak varlığı konusundaki tartışmaların …